Vay arkadaş. Ne olmuş yav yazmayalı. Yeni eve taşın, doktora işlerini rayına sok, Lozan’dan kalan projeye devam et derken yazısız iki ay geçmiş. O yüzden, geçtiğimiz hafta sonundaki İstanbul ziyaretimin cuma ve pazar seyahatlerini verimli kullanarak bloğa az su verip, yemini koydum. Şimdi az toparladı.
Uçağı beklerken kalem kağıt elimde, dağa taşa Nuri Bilge Ceylan filmi karakteri gibi uzun uzun bakıp ‘ne yazayım lan?’ diye düşündüğüm sırada eylül ayında yaptığımız İspanya ve Portekiz gezileri aklıma geldi. Açıkçası, önceki seyahatlerimde hiç böyle bir gezi notları tutma olayına girişmemiştim (İşte bunlar hep üşengeçlik). Hoş, bu sefer de girişmedim. Kendi içimde hala tutarlıyım yani. O yüzden şu an iki arka koltuktaki çocuğun “Anneaaağğh” bağırışlarına aldırmadan aklıma ne gelirse bi çırpıda yazmayı hedefliyorum. Pedro baba yardımcım olsun.
İşte, paella tavasına kaşıkla daldığımın İspanyasından los izlonismos del Equinne:
- Ülke süper lan. Herkeste bi boş vermişlik, bi rahatlık.. Baktılar ekonomi falan düzelmiyor, bırakmışlar sinir stresi. Mis gibi. Kafalar pırıl. Varsa yoksa goy goy. Toro kardeşlerle iyi anlaşacaz gibime geliy..
- Yoo dostum yoo. İspanyollar İngilizce’ye tepki olarak doğduklarından o iletişim öyle kolay olmuyor. Belki bi İtalyan, Fransız kadar kötü değiller ama yabancı dil öğrenmek isteyeni de kasaba meydanında ıslak sopayla dövüyo olabilirler. Araştırmak lazım.
- Hey sen. Evet evet. Daha ilk Avrupa seyahatinden geri döndükten sonra “Abi ya, insanlar sen hiç Türk’e benzemiyosun; İspanyol’a benziyosun dedi” diye guburuk guburuk hava atan genco, sen. Hadi gözün aydın koçum. Cidden benziyormuşsun. Benziyormuşuz. Afyonlu Serkan olarak hafif kavruk gittiğin Avrupa ortamlarında soran olursa gönül rahatlığıyla adım Sergio diyebilirsin artık, kim bilecek monako? (Yunan da diyebilirsin ama İtalyanım dersen tokatlarım. Coşma)
- Belki biliyosunuz, İspanya’nın yemek olayı tapas. Bir nevi, ekmeğin yanına katık edilen meze tabakları silsilesi. Ama İspanyollar bu meze konseptini biraz abartmış. Bütün ülke, mahalle maçı arası eve koşup annesinin hazırladığı salçalı ekmeği yiyen çocuk gibi öğün geçiştiriyor. Yetiş ya Canan Hoca, yetiş ya Karatay.
- Barcelona’da tapasa boyoz diyorlar. Ataları Bornovalı olabilir.
- Tapas demişken.. Mezeler çılgın tuzlu. Zaten peynirler baş rolde; akabinde salamlar, zeytin ve niceleri gelmekte. Yemeğin sonuna doğru artık gözünüz kararıy.. Tamam o kadar da değil ama insan bi eksiklik hissediyor. Peki ne? Tabii ki domat. Arkadaş, söğüş domates olmayan sofrayı napayım ben? Dünyanın en güzel peyniri olsan nolur, en yağlı salamını yesen ne olur? Domat önemli.
- Hakkatten çok önemliymiş domates. Tuzdan içimiz kıyılınca, “Allaanı seven defansa bi söğüş getirsin” dedik. Sağolsun getirdiler. Kakara kikiri derken bi hesap geldi, zeytinyağlı domata 6.5€ geçirmişler. Geçirmişler diyorum çünkü diğer mezeler daha ucuz. Sinsi misin lan sen Alehandro?

- Bizim için et döner neyse onlar için de domuz bacağı o. Restoranlar, özel kesim makinalarına özenle yerleştirilmiş o yağlı domuz bacaklarını adeta viktorya sikrıt mankeni gibi vitrinlerinde sergiliyor.

- Tamam, zeytinyağını biz de destekliyoruz ama bu nasıl bir aşktır arkadaş? Yemekle birlikte sofraya getirilen o bir litrelik zeytinyağı şişesiyle salatanızı, ekmeğinizi yağlamayı geçtim; elinizi, yüzünüzü de nasiplendirip bebek poposu gibi bir cilde sahip olabilirsiniz.

- Hani, “Hacı, allah seni inandırsın, şuraya gittik; şunu, bunu, zıkkımı, kökünü, suyunu, gelmişini geçmişini yedik ama bi tahmin et bak ne kadar verdik” adamları vardır ya; hah işte İspanya insanı tam olarak öyle yapıyor. Zira ortalama bir restoranda içkili yemeğe Türkiye’de olduğundan daha fazla hesap öderseniz ya inceden inceye kazıklanıyorsunuz ya da iflah olmaz bir Sibiryalısınız.

- Alkolden dem vurmuşken.. İçkiler hem yumuşak hem hesaplı. Ana şefkati gibi yumuşak şarapları, sevgili koynu gibi tatlı sangriaları lıkır lıkır içtikten sonra hesabı ödemek için evinizi arabanızı ipotek ettirip çoluğunuzu çocuğunuzu rehin vermek zorunda kalmıyorsunuz.
Fakat iyi yedik. Dur sayın okur bi soda açtırayım da azcık sokağa inip eritelim; bahanesiyle az kültürleniriz. Başkentten başlıyorum.
- İstanbul’u alıp Ankara’nın yerine koy, içine de İzmirlileri yerleştir; al sana Madrid. Yalnız, sağda solda ergen ağzıyla “Eyvallah aebi; Madrid tarihi, kültürel, kozmopolit de deniz yok..” diyenleri zabıta yakaladığı an Zaragoza’ya götürüp bırakıyor. Uyarmadı demeyin.
- Kültürel deyince aklıma geldi. Envai çeşit müze içinde Prado adında çok büyük bir sanat müzesi var Madrid’de. Eserlerin hemen hepsi rönesans döneminden. Dolayısıyla resim ve heykellerin temaları default olarak din, ayin, kurbanlar, melekler, İsa, kutsallık vs. Orantısız hristiyanlığa maruz kalıyorsunuz. Gezerken iki saat sonra boynunuzda haç kolye beliriyor; dört saate pet şişedeki suyunuz şaraba dönüyor. Aman dikkat mümin kardeşlerim, bunlar hep haçlı batının oyunları..
- Tamam yeter Madrid de Madrid. Bi saat güneyde Toledo var; oraya geçiyorum. Birader, o nasıl enfes bi şehirdir yav?

- Şehir bölge planlamacılarınız Rönesans Güzel Sanatlar mezunu mu kardeş, hayır nedir olayınız? Sizin o belediye başkanınızı ıstırırım.

- Madrid’den güneye arabayla inerken farkedip de dev şaşırdığımız şey, ülkenin iç kısımlarının kompil çorak arazi oluşuydu. Cangıl görmeyi mi hayal ettiysem artık.. hayal kırıklığına uğradım. Ha Ankara’dan Konya’ya gidiyorsun, ha Madrid’den Cordoba’y… (al işte allah çarptı)
- Yalnız Cordoba da çok efso bir şehir sayın okur. Sokakları tarihi, şarapları meyveli, Mezquita’sı kemerli, etleri erikli, sevişmeleri ateşli (Buraya RTÜK gelecek). Yine yaktık bloğun başını.

- Granada’da Endülüslerden kalma, bizim Topkapı’miz gibi, El Hamra Sarayı bulunmakta. Mimarisi, iç dekorları, bahçe düzenlemesi oldukça güzel ama bence işin içinde biraz da abartı var (Let the toplumsal linç begin). Aylar öncesinden rezervasyon yapmaya çalışmalarımız, karaborsadan bile ancak üç dört gün sonraya bilet bulabilmeniz, sabahın altısında bilet kuyruğuna gitseniz beş yüz küsürüncü kişi olmanız falan ziyaretin tadını biraz kaçıran unsurlar. Yani önceden başka saraylar, şatolar veya kaleler görmesek tamam ‘vay anasını’ diyeceğiz ama ne yalan diyim, bunca cefadan sonra etkilenemedik.
- Gelelim en favori şehrime. Cadiz’e bağlı El Puerto de Santa María (amen), İspanya’nın güneyinde, kendi halinde, sakin bir deniz kasabası. İspanyolların da dediği gibi increíblemente muchos sayfiye. Yani, ne kadar da sayfiye bir kasaba. İspanya’nın goygoy başkenti adeta. Bütün kasaba ‘dünya çüküme, minare gtüme tarikatı’na üyeymişçesine sabah akşam sokaklarda sohbet muhabbet ediyor. Savaş varmış, ekonomik kriz vurmuş, uçak düşmüş, dolar çıkmış.. milletin pipisinde değil. Varsa yoksa şarap, karides, peynir ekmek.. Tam reset atmalık bir yer.
- O değil de Bilbao’dan adam çıkmaz abi..
- Gelelim son şehre ve maddeye. Beyler buraya kadar okuduysanız hayrını göreceksiniz. Hanımefendiler, sizin de ayağınıza sağlık, çok teşekkür ederim buralara kadar geldiniz ama İspanyalardan sizin ağzınıza layık bi şeyler bakamadım. Şöyle ki; havasından suyundan mıdır, tapası şarabından mıdır bilmiyorum ama – direkt konuya giriyorum – Sevilya’da memintolar da bir başka tombiktoymuş. Valla sayın okur, ben de en az senin kadar şaşkınım. Ne güzel zeytinyağı, tapas, kültür saray falan diyorduk; konu ne ara buraya geldi anlamadım. Hoş, memintolar niye sadece bi Sevilya’da tombikto, Sevilyalı ablalar ülkenin geri kalanına göre niye daha bi dolgun, babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi, hiçbirini anlamış değilim. Ha, efendim? Yok beolm, ben ne bakacam elalemin poposuna, ben hep belgesel. Genel gözlemleri aktarıyorum ben burada, elçiye zeval olmaz. Ayrıca benim hatun öyle baksam da bişi deme.. (ahh acıdı)
Neyse sayın okur. Şimdi fasulye ayıklamam lazımmış, öyle bi ültimatom geldi hatun kişiden. Akşama Ege tapası zeytinyağlı fasulye yapalım dedik o kadar muhabbetten sonra. Sangria yerine de ayranımızı çalkaladık mı deme keyfimize, dimi? Haydi selametlos..
Ciao,
Ekin
Ha bir de unutmadan; benim Basklı arkadaşlarım da var. Hepsi pırıl pırıl insanlar, hiç bunlar gibi değil. İspanya’nın evladı hepsi. Al sangria emmiş, tapası bir adamlar.
Sözlüklerden apart çok deyim olsa da, İspanya’da ne yapilir nereler gezilir diye gelen teyzelere pek bisey vadetmese de bizim için çok akıcı, çok keyifli, çok okunası harika bir yazı olmuş, eline sağlık.Yazim dilin çok özgün.Ama Bilbao’ya ayıp etmişsin, sana laflar hazirladik:)))
sevgiler
http://Www.yirtikharita.com
BeğenLiked by 1 kişi
Yurt dışında iş sebebiyle yaşadığım için Türkiye’deki haberleri ancak sözlük sayesinde alabiliyoruz; gazetelerin durumu malum. Dolayısıyla gözleminizde haklısınız hocam:) Hatta mizah dergilerinden de esinlendiğim şeyler oluyor. Ama yine de kendi tarzımı oluşturup, korumaya çalışıyorum. Bloğu da zaten gezi yazısı dizilerinden ziyade kendi başımdan geçen absürd olaylar için açtım. Bu yazdığım aslında çok ucundan bi gezi yazısı olacaktı ama yine dayanamayıp geyiğe vurdum:) Yorumunuz için de çok teşekkürler tabii. Bilbao’yu da aslında düşünüyorum da biraz boşuna harcamışım; Atletico Bilbao’nun hikayesi aklıma geldi sonradan. Neyse, bi dahaki sefere sizinle bi demli çay eşliğinde başkalarını gömeriz biz de:)
BeğenBeğen